15 Ocak 2011 Cumartesi

"Sol Taç Çizgisi Stoperi"

Türk Telekom Aslantepe Arena'nın açılış maçını seyrettim bir Hollanda televizyonundan (böyle bir maçı da şifreli kanalda verme fantezisini hala çözebilmiş değilim, o tamamen başka bir tez konusu olur, şimdilik bir parmak daldırmak yeter), Hagi'nin takıma Rijkaard'ın aşılayamadığı direnci her geçen gün biraz daha dikte etmeye çalışması dışında pek bir ışık gördüğümü söyleyemeyeceğim bu maçtaki Galatasaray hakkında.

Maç hakkında detaylı bir analiz yapmak istemiyorum aslında, zira bir nevi şov müsabakasıydı bu, teknik analizlere girmek için resmi maçların başlamasını beklemek gerek. Başlıktan da anlaşılacağı gibi (anlaşılamadıysa da yazımın devamında derdimi anlatabileceğimi düşünüyorum), şu an değinmek istediğim şey Hagi'nin (ve genel olarak son yıllarda Galatasaray'a gelen her hocanın) sol bek seçimi.



Hakan Ünsal ve Ergün Penbe'den sonra Galatasaray'a gelen her sol bek ofansif kapasite bakımından zayıftı. Bir sürü gelen, giden oldu ancak o sorun hala çözülmüş değil. Orhan Ak, Volkan Yaman, kısa bir dönem Victoria (ki aralarında ileriye dönük tek isim oydu bana göre); şimdilerde ise Hakan Balta 1. seçim olarak öne çıkıyor.

Geçen sene Caner Erkin kiralandı sezon sonu satın alma opsiyonuyla, büyük umutlar ve gelecek nutuklarıyla. Başımızda da Rijkaard gibi, güya "ofansif, total futbol anlayışını Galatasaray ve Türk Futbolu'na enjekte edecek bir peygamber" varken, Caner'e bolca şans verip hatalarını oyuncuda ısrar ederek gidermeye çalışacağını düşünmek abes kaçmazdı. Ancak hayallerim suya düştü. Hakan Balta gibi bir "sol taç çizgisi stoperi", hala Caner'in önündeydi. Hata yaptı tabii ki Caner. Forvete yakın oynayan bir oyuncuyu sol beke çekip, hemen iyi performans sergilemesini bekleyemezsiniz ama. Bu işler biraz sabır ister. Daniel Alves örneğini vermiştim Caner ekibe katıldığında ("Caner'i nasıl Dani Alves ile kıyaslarsın, bu ne iş yahu!" dediğinizi duyar gibiyim. Kapasite ve potansiyel olarak değil de, daha ofansif bir pozisyondan beke çekilme projesini kastetmeye çalışacağım). Daniel Alves Sevilla'daki ilk yıllarında sağ açıkta oynuyordu. Dönemin teknik direktörü Joaquin Caparros, onun ofansif yeteneklerini karşı yarı sahada kullanmanın daha verimli olacağını söylerdi her defasında. Ancak Caparros'un yerini alan ve Sevilla'ya tarihinin en başarılı döneminde liderlik eden Juande Ramos, genç yıldızı Jesus Navas'ın da parlamasıyla onu sağ beke yönlendirmeye başladı yavaş yavaş. O da hata yaptı yeni mevkisinde, ancak Juande Ramos'un ısrarı onu mükemmel bir ofansif bek oyuncusuna dönüştürdü. Sevilla'nın 2 yıl üstüste UEFA Kupası'nı kaldırmasında büyük rolü oldu bitmek bilmeyen bindirmeleriyle. Son 3 yıldır da tabiri caizse "ağzımızdan sular aka aka" seyrediyoruz kendisini Barça forması altında. Sanki bek değil de, "sağ defansif forvet" desek daha mı doğru olur acaba? Belki Caner de üstünde durulsa, Dani Alves gibi bir metamorfoz geçirerek, Avrupa'da nam salmış bir bek olur(du)...



Gelelim günümüze. Şu an Galatasaray'ın sol beki olmak için yarışan 3 isim var. Hakan Balta, Çağlar Birinci ve Liverpool'dan satın alma opsiyonuyla kiralanan Emiliano Insua. Rijkaard da Hakan Balta'yı birinci seçimi yaptı, Hagi de. Tabii ki takımı en yakından görme, tanıma imkanı olan (olması gereken) kişiler onlar. En doğru, en sağlıklı seçimi onlar yapmalı diye düşünürüz. Zaten işlerinin tanımı bu. Ama dikkatimi çeken şey, Galatasaray'ın Hakan Balta varken o kanatta sürekli ofansif olarak eksik kalmasıdır. Benim bir bekten beklediğim özelliklerin başında toplu ve topsuz sürati, ve etkili bindirme yaparak hücuma katkı sağlaması gelir, özellikle 3 büyüklerde oynayan beklerden. Hakan Balta'da bu iki özellik bulunmuyor ne yazık ki. Caner'de bunlar vardı (defans yönündeki eksiklikleriyle birlikte), üstünde durulmadı. Şimdi de Emiliano Insua var (çok süratli değil belki; ancak topla gerçekten iyi anlaşıyor, rahat adam eksiltebiliyor), Hagi bu oyuncuda ısrar etmek yerine Hakan Balta'yla devam edeceğe benziyor. Insua 89 doğumlu, yakın gelecekte de Arjantin milli takımının değişilmezi olacak, geçen sezon da Liverpool'da çoğu maça ilk 11'de çıkan genç ve potansiyel olarak dünyada parmakla gösterilen sol beklerden biri. Onun üstüne giderek bizde parlamasını sağlamak dururken Hakan Balta gibi kısıtlı, modern "bek" kavramıyla uzaktan yakından alakası olmayan bir oyuncunun tercih edilmesi hiç mantıklı gelmiyor bana.



Bugünkü maça dönecek olursak; Insua girdikten sonra daha etkili olduk sol taraftan, bu belli. Ajax'ın soluna baktığımda; bek olarak tertemiz bir sol açık oyuncusu olan, bizzat çok beğendiğim Urby Emanuelson görev aldı. O da kendini sol beke adapte etmeye çalışıyor, daha da önünde hayli zaman var açıkçası, başarılı olacağını düşünüyorum. Gıptayla izliyorum o tip sol bekleri, ve düşünüyorum: Avrupa'nın neredeyse bütün büyük takımlarında ofansif, açık olarak da oynayabilecek bekler ön planda. Bizde niye olmasın?..

17 Eylül 2009 Perşembe

Yağmurlu Bir Atina Akşamı (Panathinaikos 1-3 Galatasaray)

Bir tarafta Yunan, diğer tarafta bir Türk takımı olduğunda bir başka oluyor spor müsabakaları. Milliyetçiliğin her türlüsüne karşı olmama rağmen bu tarz olaylarda başka bir hava kattığını inkar edemem. Yağmurlu bir Atina akşamında Yeşil-Beyazlı taraftarlar Spiros Louis stadını doldurdu bu anlamlı mücadeleyi çıplak gözle izlemek için.

Ben rahat bir galibiyet alacağımızı düşünüyordum, yakın çevreme de bu konudaki görüşlerimi belirtmiştim. Ortasahada Leto gibi, Karagounis gibi, Gilberto Silva gibi kaliteli oyunculara sahip olmalarına rağmen; Sarriegi ve Bjarsmyr gibi hantal, "kamyon" tabirini kullandığımız oyunculara da sahipler ne yazık ki. Buradan maden çıkarabiliriz demiştim, öyle de oldu, çok açık verdiler.

Dk. 5'te Baros'un sağdan bindirmesiyle gelişen atak, açtığı ortanın genç Marinos'un hatasıyla Elano'nun önüne düşmesiyle mutlu sona ulaştı. Daha sonra yine Beşiktaş maçındaki gibi rölantiye alındı oyun. 47'de Baros'un sonlandırdığı bir kontratakla ikinci golü bulduk. 56'da da Elano'nun kullandığı serbest vuruşun Sarriegi'den sekmesiyle üçüncü geldi. Ondan sonra artık iki takım da oyundan düştü iyice. Panathinaikos yaklaşık 10-15 dk daha saldırdı ama gol gelmeyince beyaz bayrağı çektiler. 78'te Salpingidis ile buldukları gol de sadece skor tabelasını değiştirmeye yetti.

Oyuncuları teker teker konuşmak istemedim pek bugün. Ama Mehmet Topal'ı eleştirmeden geçemeyeceğim. Bu sene inanılmaz bir düşüş içinde. Oyunda hiç yok, koşmuyor, mücadele etmiyor, topu ayağında gereksiz geveliyor ve insiyatif almaktan kaçıyor. Mustafa Sarp onun tüm açıklarını da kapatmak zorunda kalıyor. Daha önce Arda-Elano'nun ortada oynamasını istemediğimi söylemiştim ancak Topal'ın bu halini gördükten sonra oynamamaları için sebep göremiyorum. Ayhan (bir umut da olsa Linderoth) döndükten sonra Topal'ın forma bulması hayal bu form grafiğiyle. Bir an önce toparlasın kendini, tehlike çanları çalıyor onun için.

12 Eylül 2009 Cumartesi

Kalite Farkı ( Galatasaray 3-0 Beşiktaş)

İlk 11'ler:
Galatasaray: Leo Franco, Sabri, Emre Aşık, Servet, Hakan Balta, Mustafa Sarp, Mehmet Topal, Arda, Kader Keita, Kewell, Baros (Yedekten Girenler: Elano Blumer, Barış, Caner Erkin)
Beşiktaş: Rüştü, İbrahim Kaş, Ferrari, Sivok, İsmail Köybaşı, Ekrem Dağ, Ernst, Serdar Özkan, Tabata, Yusuf, Nihat (Yedekten Girenler: Bobo, Fink, Holosko)

Sezonun ilk derbisi; Galatasaray süper başlangıcını bir derbi galibiyetiyle taçlandırmak, Beşiktaş ise kötü gidişatını bu derbiyle sonlandırma amacındaydı. İlk 11'lere bakıldığında Galatasaray tabiki çok üstün görünüyordu.

Galatasaray fırtına gibi başladı, dk 3'te Arda'nın kullandığı kornerde (Rüştü'nün de hatasıyla) Mustafa Sarp golü buldu. Duran toplarda çok etkili bir isim Sarp, birçok gole imza attı daha şimdiden. Galatasaray'ın iyice coşan tribününün önünde saldırmaya devam edip farka koşacağını düşünüyordum. Ancak maçı rölantiye alıp 1-0'ın üstüne yatmaktan mıdır yoksa milli maçlar sebebiyle yabancılar dahil bütün oyuncuların yorgunluğundan mıdır (özellikle Arda, Baros, Hakan Balta), çok durgun, çok pasif bir Galatasaray vardı sahada. Ceza sahasına kadar evinde hiçbir takım gömülmez, gömülemez. Serdar Özkan ve Yusuf''un etkili oyunları golü getirmedi, Beşiktaş golü daha fazla hakeden takımdı açıkçası.

Çok, çok ağır bir Galatasaray izledik bugün. İlk yarıda Keita ve Sabri dışında mücadele etmek isteyen yoktu. Arda kayıpları oynuyordu, Hakan Balta Parçalı'da en kötü maçını çıkarıyordu, Baros çok durgundu vs vs... Beşiktaş'ın gol bulamaması sadece siyah-beyazlıların beceriksizliğindendir.

İlk yarı sıkıcı bir şekilde 1-0 sona erdi. Mustafa Denizli; Tabata ve Nihat'ın yerine Fink ve Bobo'yu dahil etti, pek bir etki etmedi gerçi oyuna bu hamleler. Beşiktaş saldırmaya ama etkisiz olmaya devam ediyordu. Keita ta ceza sahasına gelip top çıkarmaya çalışıyordu, sahanın en mücadeleci ismiydi kuşkusuz. Dk. 59'da koca bir "0" oynayan Arda'nın yerine Elano dahil oldu, maçın kırılma anı da buydu bence.

Dk 65'te yine büyük bir kaleci hatasıyla Galatasaray, Baros'un ayağıyla 2. golü buldu. Maç artık bitmişti fiilen. Beşiktaş iyice oyunu bıraktı, Galatasaray top çevirmeye başladı. Dakikalar 82'yi gösterdiğinde Elano'nun müthiş pasını Baros'a müthiş bir şekide indirdi Kewell, ve Çek golcü maçtaki 2. golünü attı. Maçın da artık iyice bittiğinin habercesiydi bu.

Caner Erkin'e değinmek istiyorum bir de. Oyunda çok kısa süre kalmasına rağmen Hakan Balta'nın tüm Galatasaray kariyerinden daha fazla ceza sahasına girdi topla. Hazır gördüm Caner'i, Hakan kendine dikkat etmezse formayı kaptırır.

Beşiktaş için tehlike çanları çalıyor artık, 5 maçta 9 puan kaybettiler. 3 puanlık sistemde kapanmayacak fark değil, ancak bu grafikte farkı kapatmayı bırakın daha da kopabilirler. Mustafa Denizli'nin bir an önce formül üretip bu takımı ayağa kaldırması lazım, daha hafta içi Manchester United maçı var. İkinci bir Liverpool faciası olabilir mi diye soruyor insan. Umarım olmaz.

6 Eylül 2009 Pazar

Arda Turan 4 - 2 Estonya

Yendik, yendik de oynanan oyun pek memnun etmedi beni. Başlıktan da anlayacağınız gibi, skor farkını yoktan goller yaratan Arda'ya borçluyuz. Özellikle şu 2. gol (Sercan'ın attığı), çizgide öyle hareketler yapmak, 2 kişinin faulüne rağmen pozisyonu sürdürmek ve golü hazırlamak, bunu yapabilecek topçular dünyada sayılıdır, kıymetini bilelim lütfen bu çocuğun.

Pek konuşmaya gerek yok maç hakkında. Kademe ve pozisyon hatalarından yenen 2 acemice gol, birkaç futbolcu dışında (Arda, Emre, Sercan, belki biraz da Tuncay) sergilenen isteksiz ve tatsız futbol, Arda'nın bireysel çabalarından gelen goller ve en azından alınan çok önemli 3 puan.

Bosna'nın Ermenistan maçının geniş özetini seyrettim, ne goller kaçırmışlar. Dünkü oyunun çok üstüne çıkmamız lazım Bosna kalitesinde bir takımı dışarıda yenebilmek için. Hücum gücü bakımından bence Avrupa'nın sayılı takımlarından, dünkü savunma standardını aşamazsak delik deşik etmeleri beni şaşırtmaz. Zaten alamazsak bu maçı, Dünya Kupası hayallerimiz tamamen biter.

5 Eylül 2009 Cumartesi

Florya'da "Turuncu Devrim" - Jan Derks Altyapı'nın Başına Geliyor

Galatasaray’da yeni Ardaların yetişmesi için düğmeye basıldı. Teknik direktörlüğe Frank Rijkaard’ı getirip, yardımcısı olarak da Neeskens gibi önemli bir markaya görev veren Aslan’da, turuncu devrimin yeni adresi altyapı olacak.
Sarı-kırmızılıların, Futbol Akademisi’nin başına Hollanda Futbolu’nun önemli isimlerinden Jan Derks’i getireceği öğrenildi. Alt yapıdan oyuncu yetiştirmeye büyük önem veren ve daha önce çalıştırdığı kulüplerde bunun örnekleri olan Derks, Rijkaard’ın yardımcısı Neeskens ile çok yakın arkadaş. İki günlük izin için Hollanda’ya giden Rijkaard’ın, efsane hocayla görüştüğü ve büyük oranda anlaştığı söyleniyor.

Derks ile Rijkaard’ın yolları daha önce Güney Afrika’da bir futbol projesinde kesişmişti. İki teknik adam, “Hillbrow Gençlik Geliştirme Programı” adı altında Güney Afrika 1. Ligi’nde top koşturmuş futbolculara, 6 gün boyunca antrenörlük ve Hollanda futbolunu anlatan bir kurs vermişti. Rijkaard, bu kursta Derks’in yardımcılığını yapmıştı. 60 yaşındaki teknik adam, tüm dünyayı gezmesi ve birçok ülkede farklı futbol projelerinde görev alması ile tanınıyor. Bu yönüyle Başkan Adnan Polat’ın, CV’sinden bir hayli etkilenmiş.

Derks’in “baş scout” olarak görevlerinden biri de Hollanda alt yapı takımlarının karşılaşacağı rakiplerin analizini, bir nevi casusluğunu yapmak. Rijkaard’ın onu üst yapıda rakip takımların analizi için kullanacağı da gelen haberler arasında. Kurt hocanın çalışma sistemini gösteren ise şu ifadeleri: “Önde gelen rakiplerin tam anlamıyla izlenmeleri büyük önem taşıyor. Güçleri ve zayıf noktaları nedir. Nerede ve nasıl kazanmak için fırsatlar yaratabiliriz.” Derks, son olarak Finlandiya’da devam eden Avrupa Bayanlar Futbol Şampiyonası’nda Hollanda’nın rakiplerini izlemişti.

4 Eylül 2009 Cuma

Livornolu Yoldaşların Adana Keyfi (Resimler)

Buyrun sizler için Livornolu yoldaşlarımızın "Acılı Adana" keyfi. İlk fotoğraftaki Mirko Pieri'nin (kel arkadaş) pideye bakışı tebessüme değer... :)


Alttaki resimde en sağda oturan Cristiano Lucarelli'nin karizması 5 kilometrekare etki alanına sahip, aman dikkat :)

A. Demirspor 0-0 Livorno, Kazanan=Kardeşlik, Grazie Livorno!

Dün büyük bir coşkuyla, festivalle, Ciao Bella'larla karşılandı Livorno Adana'ya indiğinde. Başkan Vekili Ricci Nelro'nun ağzından duyulan ilk söz "Muhteşem" oldu. Önce güzel bir Adana turu atıldı, 1.5 acılı Adana kebaplar yendi, sohbetler edildi tercümanlar eşliğinde. Gülündü, eğlenildi.

Saat 21:00'de başlayacaktı karşılaşma ama saatler öncesinden başlayan hareketlilik son 2 saat kala iyice doruğa çıkmıştı. Caddelerde marşlar söyleniyor, orak-çekiç, Küba, Filistin, Che bayrakları dalgalanıyordu. 'Şehrin Asi Çocukları' sol besteleriyle caddelerden geçip tüm şehri selamlıyordu.
Böyle gidildi Adana 5 Ocak Statı'na kadar. Daha önce de defalarca tıkabasa dolmuştu stat ama bu kez daha bir coşkulu kalabalık vardı statın etrafında. Adana Demirspor'a gönül verenlerin yanısıra, kendisini 'solcu' hisseden insanlar da bu maça gelmişti. Stat dışında komünist şarkılar/marşlar söyleniyor. Herkes, coşkunun artmasına katkıda bulunuyordu.
Kapılar açıldı ve binlerce yürek tek bir amaç için girdi içeri. Hava sıcaklığı oldukça yüksek olduğu için ilginin düşük olacağı endişeleri yerini gurura bırakmıştı.

Maçın başlaması ile birlikte Adana Demirspor'un efsane taraftar grubu Şimşekler'in de tribün şovu başladı. Önce tribünde birbiri ardına açılan pankartları, statı çevreleyen tek bir çizgi halinde hazırlanmış meşale şovu takip etti.
Adanalı nezaketini İtalyan konuklarına yaşatmak isteyen Demirsporlular, önce "Livorno" diye tezahhürrat yapmaya başladı. Sahada iki takım vardı ama tribünde tek bir beste söyleniyordu...
Açılan pankartlardaki mesajlar da Şimşekler'in her zamanki duyarlılığını yansıtıyordu. Kanser olmasına rağmen tahliye edilmesine izin verilmeyen Güler Zere için hazırlanmış pankartlar da vardı, işgal altındaki Filistin'i savunan pankartlar da. Ve tabii, komünizmin iki 2 simgesi de tribündeydi; Che ve orak-çekik pankartları.

İlk yarının başlaması ile birlikte her iki takım da kardeşliği ve dostluğu unutmadan futbol oynamaya başladı. Sertliğin en alt seviyede olduğu karşılaşmada, düdük sesi de oldukça az duyuldu. Demirspor'un geliştirdiği ataklar sert İtalyan defansına takılırken, daha kontrollü bir oyun sergileyen Livorno kontra ataklarla Demirspor kalesini yokladı. En ufak faul de dahi futbolcular birbirinden özür dileyip elini uzatırken, çalım atan da, çalım yiyen de pozisyonun ardından tebessüm edebiliyordu. Maçın ilerleyen dakikalarda dostluğun harareti kadar tribünleri dolduran binlerce taraftarın da harareti artmıştı. Bunaltıcı sıcak yüzünden su ihtiyacı duyan taraftarların, "İtfaiye sula bizi" tezahhüratları karşılıksız kalmadı ve tribünler itfaiyenin hortumundan çıkan tazyikli suyla serinletildi. İlk yarının son düdüğü çalarken, her iki takım futbolcuları da omuz omuza gitti soyunma odalarına... Skorboard'da ise "0-0" kardeşlik vardı.
Aynı coşkuyla başlayan ikinci yarıda, sahadaki kardeşlik devam ediyordu. Ancak tribünler için aynı şeyi tam anlamı ile söylemek mümkün değildi. Emniyet güçleri, bazı taraftarların açtığı pankartlar nedeniyle müdahalede bulununca kısa süreli de olsa gerginlik yaşandı. Müdahalede bulunan pankartlar arasında en göze batan ise "Güler Zere" için hazırlanan pankarttı. Taraftar yine emniyet güçleri engeline takıldı yani, bari bugün rahat bıraksalardı keşke.

İkinci yarının ortalarına doğru hava sıcaklığı ve nemin etkisi futbolcuları daha da fazla etkilemeye başlayınca oyundaki tempo da düşmüştü. Karşılıklı ataklar sonuçsuz kalıyordu ama tribünlerdeki heyecan ve coşku bir dakika olsun durmuyordu. Livorno'dan gelen taraftarlar ve Şimşekler, omuz omuza vermiş marşlarını, şarkılarını söylüyordu. Her iki taraftar grubu da farklı dilleri konuşuyordu ancak o statı dolduran herkesin ortak dili olan futbol ve sol anlaşmalarını sağlayabiliyordu.
Karşılaşmanın son düdüğü çaldığında skorboard'daki 0-0 eşitlik, aynı kardeşlik gibi bozulmamıştı. Gecenin sonunda ağızlarda kalan tatlar, yenen acılı Adana kebaplar, güzel bir futbol ve ortak ideoloji oldu...

Söylenebilecek tek şey var.

Grazie Livorno! Grazie Adana Demirspor!